Mihail Afansyeviç Bulgakov, 1891 yılında Kiev’de doğmuş. 1915 yılında Tıp Fakültesinden mezun olan Bulgakov, 1920 yılında bu mesleği yapmak istemediğine karar verip yazarlığa soyunmuş. Doktorluk yaptığı dönemdeki anılarını küçük hikâyeler şeklinde anlatıyor. O dönemin tıp dergilerinde de bu hikâyeler yer almış. Yazarın, elbette birçok kitabı var ancak Genç Bir Doktorun Anıları çok ilgimi çekti.
Genç bir doktorun anıları denildiğinde, insanın aklında bir sürü düşünce beliriyor. Çoğumuz hastaneye gittiğimiz de doktorların belirli bir tecrübeye ulaşmış olmasını isteriz. Yeni mezun olmuş veya henüz bir tecrübe edinme fırsatı bulamamış doktorlardan koşarak uzaklaşırız. Neticede sağlık, insanın sınanmaktan korktuğu en büyük şeydir.
Kitapta olaylar 1917 yılında Rusya’da geçiyor. İyi bir dereceyle mezun olan Bomgard, bir kasabaya doktorluk yapmak üzere gidiyor. Onu karşılayanlar Bomgard’ı gördüklerinde tedirginliklerini gizleyemiyor. Henüz çok genç ve hiçbir tecrübesi yok diye düşünüyorlar. Kaldı ki Bomgard’da böyle düşünüyor.
“Bir yıl geçti, yeni bir yıl daha geçecek ve bu da geçen yıl gibi bir yığın süprizlerle dolu olacak. Demek ki öğrenmeye boyun eğmek gerekiyormuş.” (S:85)
Kaldığı yerde ki kütüphaneden sürekli bilgilerini taze tutmaya çalışsa da her gelen vaka birbirinden o kadar farklı ki… Ne yapacağını şaşırıyor. Doktorlar bir branş seçerler ve ona göre ilerler ancak hayat Bomgard’a böyle bir seçenek sunmamış. Doğumdan diş çekmeye, soğuk algınlığından ameliyata… Karın kışın hiç dinmediği Rusya’nın soğuk havasında, sayısı hiç azalmayan hastalarla boğuşuyor. Üstelik bu hastaların türlü türlü batıl inançları var. İş dahada çıkmaza gidiyor!
Kitaptan Alıntı
“Askerin ağzının içinde büyük bir çatırtı oldu ve adam “Aaaaahhhh!” diye bağırdı. Ondan sonra elimin altında bir direnç kalmadı ve kerpeten kanla kaplı bir halde ve uçlarının arasında beyaz bir şeyle ağızdan dışarı fırladı. Gördüğüm karşısında yüreğim yerinden fırlayacaktı neredeyse; çünkü çıkan şey askerin azıdişinden, hatta herhangi bir dişten çok daha büyüktü. Önce bir şey anlamadım ama sonra neredeyse hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım: Kerpeten gerçekten de upuzun köklü dişi sökmüştü; ama dişin ucunda bir de bembeyaz, pürtüklü, koca bir kemik parçası sallanıyordu.
“Çenesini kırdım.” diye düşündüm ve birden dizlerim boşaldı. Neyse ki ne sağlık memuru ne de ebeler vardı yanımda. Bir hırsızın hareketleriyle başarısızlığımın sonucunu gazlı beze sarıp cebime sakladım. Asker bir eliyle doğum koltuğunun, diğeriyle de taburenin bacağına sarılmış, iyice açılnış, aptallaşmış gözlerle bana bakıyor, oturduğu yerde sallanıyordu. Şaşkın şaşkın bir bardak potasyum permanganat solüsyonu verip, “Ağzını çalkala.” dedim.” (S:77)
Hikâyelerin anlatım dili, betimlemesi oldukça güzeldi. Çok akıcı bir kitaptı diyebilirim. Bazen okurken tebessüm ettim bazen de hastaların çektiği acılar karşısında içim sızladı. Ayrıca da bilmediğim birkaç terimi öğrenmemi sağladı.
Yazarın diğer kitapları hakkında bilgi edinmek için internette dolandığım sırada, bu kitabın 2012 yılında dizisinin yapılmış olduğunu öğrendim. A Young Doctor’s Notebook adlı dizinin başrolünde Daniel Radcliffe oynuyor. Bugün ona başladım. Bakalım hayallerimde canlandırdığım gibi mi yoksa değil mi göreceğim. Önce kitabı okuyun, sonra diziye başlayın. Daha keyifli oluyor, tavsiyemdir.