Günlerden Cuma. Bir haftanın daha bitmiş olmasının verdiği mutluluğu yaşıyorum. Babalar gününe gelmeden… Bende gelenektir, ağabeyim baba olmamasına rağmen ona hediye alırım. Ancak her sene yaşadığım hediye alma çilesini bu sene yazacağım… Seneye de kopyalar yapıştırırım, malum tekrar eden durumlar.
Ne yazık ki markaların insanı kapı kapı sürükleyen “tasarım” sıkıntıları, müşterilerin pazaryeri alışkanlıkları var. Tasarım sıkıntısı öylesine uç noktada ki, bir o mağaza bir bu mağaza, koskoca AVM’de girecek mağaza bırakmaz insana… Seçemezsiniz! Çünkü beğenemezsiniz… O kadar tasarımcı, mağazalar, harcanan paralar… Yok, bulunamaz “işte bu” diyebileceğiniz bir şey… Ve bu süreç biz hanımların “bir şey beğenmiyorsun” eleştirisine maruz kalmasına sebep olur! Hemen parantez açayım: biz hanımlar her yönüyle uygun olanı arar, detayı gözlemleriz… Beyefendiler! Sizler bu yoksunluğunuzdan ötürü hızlı alışveriş yapabiliyorsunuz, özel bir kabiliyetiniz olması sebebiyle değil… Parantezi kapatıyorum; kapağınızı teslim ederek.
Gladyatör Ruhuyla
Dizaynlarına bir tomar para harcayan bu mağazalarda aradığımı bulmak ve iki üç parça bir şeyler bakabilmek için oldukça yoruluyorum. Kaldı ki, zaten dağınıklığı pek seven bir milletiz. Semt pazarlarını beğenmeyen ablalarımız – ağabeylerimiz, pazaryerinden farksız tipolojisiyle kıyafetleri bir reyondan diğer reyona fırlatmış, mağazanınsa çalışanlarına “gel ablam gel!” bağırtısına imkân vermeyişi eksik kalmış! AVM görünümlü “Modern pazaryeri” anlayışımız oturmuş, anlayacağınız.
Hevesle girdiğim mağazalarda güzel bir parça giysi bulabilmek için o dağınıklığın, kargaşanın içerisinde gladyatör ruhuyla mücadele veriyorum;
mağazaya mortal (ölüm) kapısından girip, vital (yaşam) kapısından saldıkları ürünlerin hakkından gelmek üzere bu ölümcül savaşı yapmak… Ve kasiyerin imparator edasıyla kredi kartımı pos makinasına çevirmesini umarak tahta kılıcı kazanmak sarhoşluğuyla alışveriş yaşamıma devam etmek çabası, kendimi on günlük iş yapmışçasına yorgun ve bitkin hissettiriyor.
Bilemiyorum, sizde de durumlar böyle mi ancak ben ciddi anlamda yoruluyorum.
Kendime dahi bir şeyler beğenemiyorken ağabeyim için de “elde var sıfır…” Madem bulamıyorum, bu ölümcül savaşı hafifletmek niyetiyle arayıp arzu ettiği bir şeyi almak istedim… “Aramaz olaydım” dedirtircesine isteği şey: Mouse!
“Tamam” derken; “Küt” kelimesinin anlam dünyasında süzülmeye başlayan zihnim iki mağazaya girip çıkarken gezintisine ara verdi, başka bir çağrıyla…
“Alma! Ben kendim bakacağım!”
“Peki, başka bir şey söyle!”
“… ?”
“…[Küt: sıfat Keskin olmayan; isim Tahta vb. katı şeylere vurulduğunda çıkan ses; spor Smaç]”
Velhasılıkelam hiçbir şey alamadan evin yolunu tuttum…
Düşündüm de, biz kızlara hediye almak ne kadar kolay, sanki her şey hazır… Hediye olarak ne istediğimizi söylemeyi geçtim, o kadar çok çeşit var ki… Bazen de “Aman bir çiçek alayım yeter” dediğinizde bile mutlu olabilen canlılarız. Ama… Yine de her kadın kendisi söylemeden, beklediği bir hediyeyi hissedip almanızı bekler. Unutmayın, her kadın ne istediğini mutlaka ama mutlaka belli eder. Yeter ki onu gönlünüzle pür dikkat dinleyin. Detayı yakaladığınızda ne alacağınızı bir dakikada netleştirmek elinizde… Ha!.. Siz “yok, ben uğraşamam” diyorsanız direkt olarak sorduğunuzda:
─ Filanca mağazada şunu beğendim… Bütçeni aşmayacaksa, onu alsak olur mu?
Kafalar rahat bir şekilde yine “o hediye alınır, bu fasıl kapanır.” Beyler, ne olur bizi kasmayın. Zaten mağazalar felaket… Bari niyetler güzel olsun!
Vee…
Yazının kati şekilde gerekli olan kapanış paragrafı:
Canım ağabeyim, okuyorsan eğer bu yazıyı “inceden sana ithaf ettiğimi” söylemek isterim… “İyi ki benim ağabeyim olduğunu” da unutmamanı dileyerek.
MC_Aragazi
Haziran 21, 2017 at 00:51
Ha birde anam beni doğuştan
SPPPPAAAOAOOHHSSPPPHHHSSSSSTTAAAR doğurmuş.
HCK
Haziran 19, 2017 at 16:15
Merhaba ben Fatih.
Hakkımda bilmeniz gereken tek şey bu, şimdilik…